Temel bilim olan psikolojinin ürettiği
bilgiler üzerinden psikososyal hastalıklara çare arayan psikiyatri, uzun yıllar
en üstün değer olarak zevk peşinde koşmayı ve acıdan kaçınmayı savundu. Bu
durum, asırlardır aktarılan toplumsal değerlerin bulanık kavramlar olarak anılmasına sebep
oldu. Bugün sosyal ve duygusal beyin çalışmaları ile beyinde ahlakın ve
duyguların fiziksel kanıtları bulundu.
Toplumu bina gibi tasavvur edersek , birey
binanın yapı taşları, değerler ise çimentosu sayılabilir. Harç ve çimentosu
olmayan binanın kolayca dağılması gibi toplumunda aynı duruma maruz kalma
ihtimali vardır. Değerlerin psikolojik dinamiği ve yerinde kullanılması toplum
ruh sağlığı açısından önem arz ediyor.
Değerler
Değerler, toplumun geneli tarafından kabul edilen
ortak kavramlardır. Bir anlamda mutluluğun standartlar kümesidir. Standartları,
evrensel doğrular şeklinde tanımlayabiliriz. Burada önemli olan, benimsediğimiz
değerlerin biyolojik çıkarımızla örtüşüyor olmasıdır. Eğer kişi kendine aykırı
bir davranış benimsemişse , kendi içinde bir çatışma yaşar. Bu sebeple insan,
kabullendiği değerlerin mutluluk getirmesi için, 'biyolojik çıkar + değer = mutluluk' şeklinde özetlenebilecek formüle uymaya çalışmalıdır.
Değerleri "araç ve amaç" değerler
olarak ikiye ayırabiliriz. Amaç değer, insanın hayatındaki soyut hedefleri
tanımlar. Araç ise insanı hayattaki hedefine götüren yoldur.
-Değerlerin hayata
geçirilmesinde en önemli konulardan biri, araç olan erdemlerin, en az amaçlar
kadar doğru olması gerektiğidir. Bir konuda insanın isteklerini oluşturan amaç,
talebin niteliğini belirleyen ise araçtır. Bizler, isteklerimizi hedeflerimize
uygun şekilde belirleriz; ancak arzularımızın hangi vasıtalarla vücuda
geleceğini göz ardı etmeden ilerleriz. Örneğin bir insana kendi iyiliği için
acı şeyler yapmak doğru görünse de, iyiliğin aracı olarak ıstırabın seçilmiş
olması, aslında doğru bir yöntem değildir.
Ekonomiye Hakim Olan Değerler
Ahlaki değerlerle gelişen ekonomik
sistemin yetersiz olacağını savunan düşünce, tüketim davranışında bencilliği ve
çıkarcılığı ön planda tutar. Kapitalist anlayışa sahip olan klasik
iktisatçılardan Adam Smith'in teorisine göre "Ahlakla
ekonomi birbirinin zıddıdır." İnsanı motive eden şeyin kendi menfaati olduğunu düşünen Smith,
ahlakın maddi çıkarlara zarar verdiğini ve bu sebeple ekonominin kayba
uğradığını iddia eder.
Modernizm, iş yaşamında rüşveti teşvik edip,
yolsuzluğa ve kolay para kazanmaya kapı aralayarak insanlardaki bencilliği
körüklemiştir. Parası olanın tembelleştiği ve diğer insanlara karşı
duyarsızlaştığı, 'bananecilik' düşüncesinin geliştiği bir toplum,
paylaşımcılığa da zarar vermiştir. Neticede bireysel sorumlulukla toplumsal
sorumluluk arasındaki denge bozulmuş, bu da ekonomiye yüksek faiz oranlarıyla
yansımıştır.
Tembelliğin yaygın olduğu toplumlarda üst
gelir grubuna dahil olan insanlar, gelirlerine güvenerek çalışmaktan uzak
durdukları için faiz oranları tepe noktalara çıkmaktadır. Buna karşın alt gelir
grubu ise, neredeyse onların yerine de çalışarak, hayatlarını kazanma
çabasındadır.
Ahlak
Ahlak, duygu ve değer boyutlarıyla insanın
mutluluğunda yer alan önemli bir kavramdır. Bu genel tanımın kapsamı çoğunlukla
"uyulması gereken, üzerinde anlaşılmış ortak kurallar" çerçevesinde
değerlendirilse de ahlaki değerler, belli toplumların belli zamanlarda
benimsediği ve uyguladığı davranış kalıplarıdır.
-İnsan davranışlarını ve ikili ilişkilerini
belirleyen ahlaki doğrular; kişinin oturup kalkma şekli, yemek yeme biçimi,
giyinme tarzı, bulunduğu ortama uyum sağlaması gibi birçok alanda kendini
gösterir.
Düşünce
Kalıpları ve Değerler
İnsanın inandığı değerleri belirleyen en
önemli şey, düşünce kalıplarıdır. Düşünce kalıpları, kazanılmış bilgilerden
oluşur. Bir kişinin şahsiyetini oluşturan üç temel vardır: Bunlardan birincisi
sorun çözme stili, ikincisi iletişim tarzı, üçüncüsüyse düşünce biçimidir.
Bir insanın özel hayatındaki düşünce
kalıplarının toplum nezdindeki karşılığı, halkın onayından geçmiş değerlerdir.
Bir toplumun öncelik verdiği erdemler, aynı zamanda onun belirgin özelliklerini
oluşturur. Örneğin Hristiyanlıkta insanın doğuştan günahkar olduğu düşünülerek
bebekler vaftiz edilir. Bu durum insanları ruhban sınıfına bağlı yapar. Çünkü
bu inanç doğrultusunda insanlar, başlangıçtaki temizlemeyle yetinmemiş; günah
çıkarmak, sürekli itiraf etmek suretiyle kiliseye bağımlı kalmışlardır.
Kilisenin bu kutsal duruşu ve sonu gelmeyen denetleme mekanizmasının olması,
insanların özgürleşmesine engel olmuştur. Batı dünyasında Rönesans ve Reformun
ortaya çıkışı, bu engellemelere karşı çıkmak için gerçekleşmiştir. Kısacası
düşünce kalıpları ve değerler sadece kişileri değil, toplumları da
dönüştürmektedir.
Adalet
Adalet; ceza değil, insanın herhangi bir
durum karşısında o olayın yanlışlığı ya da doğruluğuyla ilgili olarak
gösterdiği felsefi tavırdır. Adalet kötülükleri cezalandırarak değil, iyileri
ve iyilikleri arttırarak gerçekleşir.
Kapitalist sistemin desteklediği ahlak
modeli, oportünist yani fırsatçı ahlaktır. Bu aslında benmerkezciliğin ahlak
olarak algılanmasıdır. Böyle toplumlarda ilişkiler menfaat üzerine kuruludur.
Fırsatçı ahlak yapısındaki insanlar sadece fayda görecekleri insanlarla iyi
ilişkiler kurarlar. Bu durumda ise kişinin sorumluluk alanı, toplumun ortak
değerlerinden ziyade kendi benimsediği
değerler olur. Mahkeme kararlarında hakim için kullanılan "kamu vicdanı
adına karar verme yetkisi olan" ibaresi; hakimin kararını kendi vicdanına
göre değil kamu vicdanına göre hareket etmesi gerektiğini gösterir. Hakim kendi
vicdanına göre hareket ettiğinde, objektif bir değerlendirme yapamayacağından
sağlıklı bir karar vermiş olamaz; oysa bu görevde bulunan kişiler, keyfi
hareket edemezler.
Amaçsızlık adalete zarar verdiği gibi,
idealleri ideolojileştirmek de başkalarının haklarına zarar verebilir. Çünkü
insanın benmerkezci olması, adaletin önündeki en büyük engeldir.
Dürüstlük ve Şeffaflık
Gerçek
dürüstler, çıkarlarına ters olsa da sözlerinde dururlar. Niyetleri, düşündükleri, söyledikleri ve
yaptıkları hep uyum içindedir.
Dürüst
görünenler, başkalarını aldatmak için maskeli tavır sergilerler. Bu tip
insanları günlük yaşamda hemen fark demeyiz ama herhangi bir hatalarında
suçluluk, pişmanlık duymamaları sebebiyle kolayca tanınabilirler.
Durum
dürüstleri ise içinde bulundukları ortam başka türlüsüne imkan vermediği
için dürüst davranırlar.
Dürüst insan her zaman doğru bilgi
vermelidir; ancak her bilgi her yerde söylenmez. Kimi durumlarda incitici
gerçekleri söylemek yerine söylememek daha uygun bir davranış olabilir. Bazı
durumlarda ise bilgi saklamak yalancılıkla eşdeğer bir eylem haline gelebilir.
Burada kişilerin iç dürüstlüğü, yani ahlaki vicdanı belirleyici rol oynar.
Her insanın yalnızca kendine ait olan bir
dünyası muhakkak vardır. Kişinin bu özel dünyasını herkese açması gerekmez.
Açıklık, herkesle her şeyi konuşmak demek değildir. Şeffaflıkta önemli olan
insanın farklı zamanlarda, farklı ortamlarda, farklı şeyler söylememesidir.
Hayatlarında dürüstlüğe yer vermeyen
kimseler, söyledikleri yalanlarla başkalarını aldattıkları için, sıkça
aldatılma korkusu yaşarlar. Aynı zamanda bu insanlar kötü zan besleme
eğilimindedirler. Özellikle olumsuz düşündükleri konuda haklı çıkarlarsa bundan
fevkalade memnun olurlar.
İnsanda bazı olumsuz psikolojik algılamalar
mevcuttur; kişiselleştirme, genelleme ve yansıtma bunlardan birkaçıdır. Dürüst
olmayan insan psikolojik savunma mekanizması olarak kullandığı yansıtmada,
kendi içindeki olumsuzluğu başkalarına yansıtır. Genellemede ise "herkeste
bu hata vardır ya da "olabilir" şeklinde genel ve yanlış bir yorum
yapmak söz konusudur.
Kişileştirmede insanın sıfatlarını değil,
kişiliğini eleştirmek söz konusudur. Yaptığı herhangi bir yanlışta o kişi için
"kötü" demek doğru değildir.
Gayret
Gayreti en basit haliyle, insanı harekete
geçiren dürtü olarak ifade edebiliriz. Bir insanın hayata şevkle sarılmasını
sağlayan en önemli duygu ümittir. Eğer
bir insanın yapacağı işle ilgili olumlu beklentisi varsa, o kişide gayret
artar. Aksi söz konusu olduğundaysa gayret azalır.
Gayreti artıran bir diğer husus, insanın
başarılı olacağına duyduğu inançtır. Yaptığı işi başaracağına inanan bir
insanın başarma ihtimali çok yüksektir. Yenileceğini ufak bir seçenek olarak
dahi düşünen insanın ise kaybetme olasılığı artar.
Hedef ve Motivasyon
İnsanı harekete geçiren en önemli şey
hedefleridir; gayesini belirleyip onu düşündüğü an şevki tazelenir. Hedefi
olmayan insanlar, rotasını belirlemeden limandan çıkmış gemiye benzerler.
Nereye gideceği belli olmayan gemiler rüzgarın estiği yönde savrulurlar. Oysa
bir hedef doğrultusunda ilerleyen gemi, fırtınaya tutulsa da onunla mücadele
edebilir.
Hedefi olmayan insan önüne çıkan zorlukta
hemen başka bir işe yönelir ve böylece sürüklenir. Hedefsizliğin, insanı bir
işten bir başka işe sürüklemesinin altında yatan neden, insanın zevk
tuzaklarına düşmesidir.
Basit arzularının peşinden giden kimseler,
basit insanlardır. Ama soyut hedefleri olan ve bu hedefleri doğrultusunda
hareket eden kişiler, toplum için faydalı şeyler üreterek iz bırakırlar.
Bir bilge; çaresiz kaldığında taş ustasını
seyrederim diyor. Taş ustası bir taşa yüz defa vurur, yüz birincide taşı ikiye
böler. Gerçekte taşı ikiye bölen son vuruş değil, önceki vuruşlardır.
Sorumluluk
Sorumluluk duygusu, kişinin hedef piramidini
belirlemesinde ve bu hedefleri gerçekleştirmesinde kilit duygulardan biridir.
Hedef piramidi, hayatımızdaki işlerin önem ve önceliklerini tayin etmemize
yarar. Bu sıralamada tepe noktayı hayati konular alır. Daha sonra kategorize
edilmesi gereken diğer konular gelir.
-İç disiplin anlamına gelen vicdanın
sınırlarını sorumluluk duygusu belirler. Vicdan, insana yapması ve yapmaması
gerekenleri gösteren bir bekçi, içeriden gelen bir uyarı sistemidir.
vicdan bir eğilim olarak her insanda bulunsa
da, nasıl bir şekle bürüneceği sosyal öğrenmeyle belirlenir. Vicdanlı olmayı
küçük yaştan itibaren 'iç sorumluluk' bilinciyle öğreniriz.
Sadakat
Klasik anlamda sadakat, hiçbir karşılık
beklemeden bir objeye, kuruma ya da kişiye bağlanmak demektir. Bağlılık insan
için önemli bir duygudur. Bunun sadakat haline gelmesiyle değer oluşur.
Bağlanmak, insanın temel duygusal
ihtiyaçlarından biridir. Bu ihtiyaç, kişiyi diğer insanlarla işbirliği yapmaya
iter. Eğer duygu olmazsa insan işbirliği yapamaz ve tek başına yaşar. Bağlanma
ihtiyacının eksikliği, kişinin diğer insanlara zarar vermesi sonucunu
doğurabilir.
İnsanoğlu tek başına yaşayamaz çünkü bu
şekilde kendini güvende hissedemez, varoluşunu anlamlandıramaz. Herhangi bir
şeye bağlandığı zaman ise "anlamlılık" ihtiyacını gidermiş olur.
-İnsan hem özgür hem de sadık kalabilir; yani
özgürce yaşarken de karşısındakine sadık kalabilir. Çoğu insan
"sadakat" ile sahiplenmenin sınırlarını karıştırdığı için
ilişkilerinde pek çok problem yaşar. Zira aşırı sahiplenme, kişinin
sahiplendiği şeyden bir müddet sonra kopamaması, adeta onsuz yaşayamaması
durumunu doğurur.
Her insanın kendiyle baş başa kaldığı
zamanlar olmalıdır. Yaratıcı dahi insanı yarattıktan sonra, kendisine inanıp
inanmaması hususunda serbest bırakmıştır. Bu, insanı mutlu eden bir durumdur.
Kişinin kendi iradesiyle davranışlarını şekillendirmesi ve karşı tarafın
isteğiyle değil, kendiliğinden doğan bir sadakat duygusuyla çevresindeki
insanlara bağlı olması, onu erdemli kılar.
Affetme ve Bağışlama
Affetme ve öç alma gibi insan tabiatının
önemli boyutlarını oluşturan bu iki duygu, herkesin psikolojik doğasında
mevcuttur. Bu kötücül duygular, insanda baskı oluşturmakta ve bu da tansiyonun
yükselmesine, kalpte ritim bozukluklarına, hormonal değişikliklere, unutkanlık
gibi farklı hastalıklara sebep olmaktadır. Öfke ve kinin devamlı olması,
kortizol hormonun uzun zaman salgılanmasına yol açar. İnsanın stres seviyesinin
yükselmesine sebep olan bu durum, bağışıklık sisteminin bozulduğunu işaret
eder.
Bağışıklık sistemindeki tahribat, insanın
hastalıklara karşı direncini azaltır. Kişi affedemediği zaman, tıpta slogan
şeklinde söylenen "Stres, immun supresyon (baskılama) yapar"
kuralının gerçekliğine tanık ederiz. Bu bilimsel doğru, bizim
bağışlayıcılığımızın bağışıklık sistemimizi sevindirdiğini gösterir.
Güzel İnsan Modeli - Nevzat Tarhan